Zamanında hepimizin olduğu gibi, sizin de eskiden çok sevdiğiniz bir hocanız olsun; Shakespeare uzmanı, incelikli, zarif, her fırsatta size şiirler okuyan birisi, Profesör Koljeviç. Siz ona hayranlık duyarken, bir gün uğursuz bir savaş çıksın, insanın aklının almayacağı kıyımlar yapılsın ve bu etnik temizlik harekatının başının o sevgili hocanız olduğunu öğrenin, Profesör Koljeviç; katliamları o yönetsin, bir kütüphanenin bombalanmasını o planlasın, başka öğretmenlerin yakalanıp işkence yapılmasını o emretsin...
Saraybosna'dır burası. Avrupa tarihinin en çıldırtıcı, en vahşi savaşının yürütüldüğü ve hiçbir kurala bağlı kalınmadan insanların boğazlanıp öldürüldüğü; hayatın, sadece ve sadece mahallenizin keskin nişancısının tetikteki parmağının ucunda ölüme değip döndüğü bir yer. Saraybosna, lanetli şehir...
Hayatınız sokakta, işyerinde ve hatta evinizin odalarının içinde, bir A noktasından bir B noktasına geçerken ne kadar hızlı koşabildiğinize bağlıdır... Koşarken dikkat etmeniz gereken en önemli şeyse yerdeki cesetlerdir... Onlardan birine takılıp düşerseniz, onların yanına gidersiniz...
Aleksandar Hemon, 1992 yılında, cebinde üç yüz dolar ve birazcık İngilizce bilgisiyle Amerika'ya geldiğinde Bosna'da savaşın patladığını ve çoğu cinayeti hocası Koljeviç'in planladığını öğreniyor. Sonra da, "Artık Boşnakça yazmam," diyor. "Çünkü Boşnakça artık ölü bir dil." Beş yıl içinde, sekiz ayrı öykünün bir bütün oluşturduğu bir romanı tamamlıyor ve Bruno'nun Sorusu'yla "edebiyatın yeni Nabokov'u, yeni Kundera'sı" olarak selamlanıyor.