Sami Bey’in ruhu bana mısın demiyordu ipil ipil yağan yağmura. Bir Fatih’e iniyor, bir gençliğine gidip Kumkapı sahillerinden karpuz kabuklarının yüzdüğü kristal denize atıyordu kendini, bir Perşembe Pazarı’ndaki hurdacı dükkânına, yeni yeni para kazanmaya başladığı günlere dönüyordu. Ama en büyük huzuru ilk karısının yanına vardığında duyuyordu. Önünde dilimlenmiş domatesi, kavunu, beyaz peyniri, karşısında yokluğuna alışamadığı ilk aşkı, karısı, buğulu ılık sesiyle ‘koklasam saçlarını bu gece taa fecre kadar’ı okuyordu… Çocuklarının doğumu… onları Florya’ya denize sokmaya götürdükleri günler… okula başlayışları… sonra bir hançer saplanıyordu göğsüne, karısının tabutunun arkasından yürüyordu ağır ağır. Gözyaşları sel gibi düşüyordu yanaklarına.
Güneşe Dön Yüzünü 1940’lardan 80’lere Türkiye’nin panoramasını çiziyor...