Zaman zaman içinde, mekân mekân içinde. Hem büyü, hem gerçek: Sırlıçeşme.
İstanbul’un ücrasında iki kafadar gencin, Fikret ile Sadık’ın eski çağlardan süzülen hikâyeleri var bu ilk romanda. Bir Türkiye manzarası, öte yandan.
Ayhan Koç “İnsan, kendisini bekleyenlerin umutları kadar yaşıyor,” derken, bir mecburiyeti hatırlatıyor aslında. Bugünden geriye bakarken usta, dünden şimdiye bakarken hevesli bir anlatıcı.
Romandaki incelmiş dil, ironilerdeki ustalık şaşırtıcı. Fikret’in ve Sadık’ın kasaba ile ilişkileri sadece “sıkıntı” ile açıklanabilir mi? Sadece kasaba değil; iletişim, iletişimsizlik, bizatihi dil bir sıkıntıya dönüşüyor. Doğurgan bir sıkıntıya.
Tekrar söylersek, insan kendisini bekleyenlerin umutları kadar mı yaşıyor?
Bir ilk roman ama belli, devamı gelecek. Türkçe, o gelecek olanı bekliyor.