Gohar Homayounpour nostalji, aşk ve acı hakkındaki anlatısının başında hem kendine, hem de bizlere soruyor: İran İslam Cumhuriyeti’nde psikanaliz yapmak mümkün mü? Batılı bir eğitim alan psikanalist, ayrılışının üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra, anayurduna, Tahran’a döner. Amerikalı bir meslektaşı “Sanmıyorum ki İranlılar serbest çağrışım yapabilsinler!” dediğinde Homayounpour, İranlıların serbest çağrışımdan başka bir şey yapmadıklarını ve sorunlarının da bu olduğunu söyleyecektir. Batılı bir pratiğin Doğulu bir kültürdeki yansımaları üzerine tefekküre dalan bu metin kendi serbest çağrışımlarıyla çocukluk anılarından edebiyata, akademi koridorlarından İran’daki günlük hayata uzanıyor. Her sayfasında tanıdık bir hisle dolan okuru da beraberinde taşıyarak...
“Şehrazad Freud’un müjdecisi miydi? Psikanaliz anlatılardan oluşan bir laboratuvardır. Endişeleri, travmaları, arzuları ne olursa olsun tüm acı çekenlerin hikâyelerini birleştirir ve bireysel özgürlüklerin doğmasına vesile olur. Çeşitli siyasi rejimlerin sunduğu dini, toplumsal ve ekonomik engellere rağmen yapar bunu. Gohar Homayounpour’un divanında, özgürlüğe açılan umulmadık, gizemli ve eninde sonunda karşı konulmaz yollar bulacaksınız.”
-Julia Kristeva
“Acı hiç şüphesiz her yerde acı; ben asla Batılı veya Doğulu bir kanser türü duymadım, ya da hastanın milliyetini, dinini, veya kültürünü gösteren bir röntgen filmine rastlamadım. Bu kitap İran’daki insanlık durumunu tespit eden bir röntgen filmidir, İranlıları gösteren turistik bir fotoğraf değil.”
-Abbas Kiarostami