İnsanlar hayalleri ve tutkularıyla yaşar. Çoğumuz için ufkun öte yanı, en büyük hayalimizin gerçekleşeceği yerdir. Bunu iyi bilen Javier Marias bu duygularımızla öyle bir oynuyor ve üstelik bunu öyle bir hınzırca yapıyor ki, büyük macera romanlarını döne döne okumakla yetinip tarihsel eyleme kalkışma duygusunu bastıran günümüz bağımlı insanını rahat koltuğunda bir kere daha kıvrandırıyor.
Ufkun Öte Yanı'nda, kutu içinde kutu misali roman içinde roman kurgulanmış, bilmece içinde de bilmece. Hem gözüpek bir anlatım töreni hem de yer yer çizgi roman havasıyla akıl ve sezgi uzun gemi yolculuklarında oyalanırken, tekrarın tekrarı dalgalar bize beklenmeyen bir son hazırlıyor.
XIX. yüzyıl sonlarında büyük bir macera yaşanacaktır. Bir gemi dolusu bilimadamı ve edebiyatçı ile macera özentili aristokrat kadın, hiç ummadıkları bir şekilde Kaptan Kerrigan'ın figüranları durumuna düşüverirler. Antartika'ya (!) yol alan geminin dümeni, olağanüstü şaşırtıcı bir kurgunun idaresine geçmiştir.
Javier Marias'ın bu romanı, "roman öldü" diyen George Steiner'e verilebilecek en iyi yanıt: Roman insanı kışkırtabiliyorsa, yarattığı ruhsal çalkantıyla, gizemli ifadelerin matadoru söze pelerinini giydirmeyi de hâlâ başarıyor demektir.