"Pazar günü annem öldü; ben de salı günü kursa yazıldım. Tabii ki yazar olmak için annemin ölmesini beklemiyordum. Ama onun ölümü, bir yandan göğsümü rendelerken, diğer yandan beynime inen bir balyoz etkisi yarattı: 'Yeter artık, hiçbir şeyi erteleme!'
(...) Aslında benim yazarak yaptığım, farkında olarak veya olmayarak başkalarının hayatlarındaki parça tesirli alıntıları bir araya getirmek. Çevremdeki aynaları sessizce kırarak yerdeki parçalardan yeni bir ayna yapıyor, kendimle sırlıyor, çatlakları sadece gerektiği kadar gizliyorum. Metni okuyup aynaya bakan kimse, parçalanmış yeni bir gerçeklikle buluşuyor. Parçalara bakarken geçmişi, kendini, yüzünün o ana dek fark etmediği yanını, bütüne bakarken geleceği, hayatın kışkırtıcı farklı tasarımlarını görüyor. O, benim.. değil, elindeki metnin peşinden giderken, ansızın gelen dalgayla izleri kaybedip ıssız kumsalda yapayalnız kalan biri. Ama zaten onun kaderi, kendini bulmak için önce kaybolmak değil mi? ..'"