Türk edebiyatının büyük ustalarının çevirdiÄŸi Simenon romanlarından oluÅŸan dizinin üçüncü kitabı 1952 tarihli La mort de Belle, Türkçeye Bilge Karasu tarafından Bella’nın Ölümü adıyla 1981 yılında kazandırıldı.
Simenon’un Amerika yıllarında kaleme aldığı roman, yazarın sürekli olarak iÅŸlediÄŸi orta sınıf yaÅŸam biçimi izleÄŸini bu kez Amerikan orta sınıfına kaydırarak ele alır. Orta sınıfa mensup birinin, masumiyetini ispat etmek için ortaya koyduÄŸu performansa odaklanan roman, giderek bir simgeye dönüÅŸen Bella’nın ölümüyle birlikte, orta sınıfa özgü ahlak yapısının nasıl çürümeye yüz tuttuÄŸunu, iliÅŸkilerin nasıl bir yabancılaÅŸmayla çerçevelendiÄŸini, sınıfsal bileÅŸenlerin nasıl da kolayca eriyebileceÄŸini büyük bir ustalıkla dile getirir.
Nabokov anlatılarının tekinsizliÄŸini, kara roman özelliklerini, Hitchcock filmlerinin gerilimini barındıran Bella’nın Ölümü’nün kahramanı Spencer, durumunu baÅŸkalarının gözünden görmeye, kendine onların baktığı yerden bakmaya baÅŸladıkça, neyle suçlandığını bilmeden düÅŸtüÄŸü mahkemede kendini savunmak zorunda kalan Joseph K.’ya benzemeye baÅŸlar, ötekilerin bakışı altında kendi imgesinin farklılaÅŸmaya baÅŸladığını hisseder, masumiyetini kanıtlama çabası, yavaÅŸ yavaÅŸ varoluÅŸsal bir sorgulamaya dönüÅŸür.
Eserlerinde Türkçenin olanaklarını geniÅŸleten, yeni sözcükler bulup çıkartmayı seven Bilge Karasu’nun bu tavrını sürdürerek çevirdiÄŸi roman, yazarın belli baÅŸlı izleklerini, kendi yapıtında sıkça karşımıza çıkan görme biçimlerini ve bunların bireyin iradesiyle olan iliÅŸkisini de yansıtmaktadır. Bella’nın ölümünün merkezi bir imgeye dönüÅŸmesi, Spencer’ın cinayetle sahneye çıkan yaÅŸamı ve neredeyse anlatının sıfır noktası gibi alınabilecek olay sonrasında görme ve görülmeyi, zihnindeki düÅŸünceler aracılığıyla bir çaÄŸrışım mekânına dönüÅŸtürmesi, Karasu’nun metinlerini, özellikle de Gece ve Kılavuz’u anımsatır.