Gogol, hicvini korku unsurlarından yoÄŸurmuÅŸtu; eserleri her türlü garabetin meskeni, yaÅŸam alanına dönmüÅŸtü. Cinler ve ÅŸeytanlar korkutup kaçan figürler deÄŸil, ana kahramanları olmuÅŸtu. Gogol’den sonra evsiz kalan üç harflilere baÅŸlarını sokacakları eserler veren de Bulgakov idi. Bir akrabalık bağını takip etmemizi mümkün kılan da, her türlü gotik zevatın hem Gogol, hem de Bulgakov’un eserlerinde korkuturken güldürmesiydi. Hâlâ daha olanca ağırlığıyla küçük insanlarını ezen meÅŸhur devlet bürokrasisiyle toplumsal bellekler bu iki ismin eserlerinde hesaplaÅŸtılar.
Åžehre sessiz sedasız gelen müfettiÅŸ ile, ÅŸehre sessiz sedasız gelen ÅŸeytamr. gözler önüne serdikleri aynıydı. En kalabalık halleriyle Mir- gorod’ta arz-ı endam eden kahramanların, neÅŸe ve enerjilerinden bir ÅŸey kaybetmeden kendilerini Üstat ile Margarita’da bulması tesadüfi deÄŸildi. Tıpkı Ölü Canlar’m Çiçikov’unun yolculuÄŸuna Sovyet Moskova’sında devam etmesi gibi. Biri diÄŸerinin yıllardan ve akımlardan süzülmüÅŸ tezahürüydü.
Gogol’un mirası birisine kalmışsa, o da Bulgakov’dur.