"Osmanlı'nın en sisli günleridir. Yıllardan 1899'dur ve son İslam İmparatorluğu büyük sorunlar içindedir. İskender Paşa, İstanbul'un havası da dayanılmaz olduğunda, her yıl ailesiyle birlikte Marmara Denizi'ne bakan yazlığına çekilir. Aile toplantılarından birinde, eski bir öğretmen ve yakın dostları olan Alman Baron, ülkenin neredeyse yüz yıldır yüzleşmekten kaçındığı bir soruyu kendi ifadesiyle yöneltir: 'Bugün Osmanlı İmparatorluğu sarhoş bir fahişe görünümünde. Ne bir sonraki sefer kimin kendine sahip olacağını biliyor, ne de buna aldırış ediyor, yanılıyor muyum, dersiniz?'"
İskender Paşa ailesinin ve bu ailenin etrafındaki efendilerin, hizmetlilerin, öğretmenlerin, subayların ve gezginlerin ve bu ailenin her renkten kadınlarının tarihi, tam beş yüzyıldır hizmet ettikleri Osmanlı İmparatorluğu'ndaki yozlaşmanın ve çürümenin hikâyesini, kıskançlık, tutku, hırs ve öç alma duygularıyla örülmüş bir şekilde anlatır. Tedirginlik, çökmekte olan bir imparatorluğun hücresine nüfuz etmiş durumdadır. Nitekim Tarık Ali romanın bir yerinde, "Kimbilir, belki de yeni yüzyıl Çirkin Jo gibilerinin yüzyılı olacaktır," diyerek imparatorluğu ve dünyayı nasıl bir kaosun beklediğini gösterir. Ve o yüzyıl, insanlığın tanıdığı en modern ve en barbar yüzyıl olacaktır.
Taş Kadın, Tarık Ali'nin "İslam Dörtlemesi"nin üçüncü kitabı. Yazarın öbür romanları gibi bu kitabın başarısının sırrı da, yazarın hikâye anlatmadaki becerisinden ve İslam dünyasındaki basmakalıp imgelere yarattığı natiflerle meydan okumasından kaynaklanıyor.