Deborah Levy okumak nasıl bir yolculuktur?

Edebiyat dünyasında bazı yazarlar vardır, okuruna sadece bir hikâye anlatmakla kalmaz, aynı zamanda varoluşa dair bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyi sorgulatan bir ayna tutar. O yazarlar, hayatı yeniden yazmanın peşindedir. İşte bu nadir ve kıymetli seslerden biri de Deborah Levy’dir. Peki, 21. yüzyılın en özgün kalemlerinden biri olarak kabul edilen Levy’yi bugün, tam da şu anda neden okumalıyız? Onu çağdaşlarından ayıran, kelimelerinin ardında yatan o entelektüel ve duygusal harita bize neler fısıldıyor? Bu soruların cevabı, hayatın bize sunduğu senaryoyu kabul etmeyip kendi anlatısını yaratmaya cüret eden her okur için bir davet niteliği taşıyor. Deborah Levy’nin adını tek bir imgeyle özetlemek gerekseydi, bu muhtemelen “parçalanmış bir aynanın yeniden birleştirilen yansıması” olurdu. Her bir parça farklı bir anıyı, farklı bir kimliği, farklı bir coğrafyayı gösterir, ancak bir araya geldiklerinde ortaya çıkan bütün, eskisinden daha anlamlı ve çarpıcıdır.
Yazarın Dünyası: Apartheid’dan Londra’ya Uzanan Kökler
Levy’nin sanatını anlamak için onun dünyasına, yani köklerine inmek gerekir. 1959’da Johannesburg, Güney Afrika’da, Apartheid rejimine karşı mücadele eden bir babanın kızı olarak dünyaya geldi. Babasının siyasi bir mahkûm olarak dört yılını hapiste geçirmesi ve ailenin daha sonra Londra’ya sürgün edilmesi, Levy’nin eserlerindeki “yerinden edilme”, “ait olamama” ve “hafıza” gibi temel izlekleri şekillendiren kurucu travmalardır. O, dili ve kimliği sabitlenmiş bir yurt yerine, kelimelerden bir yurt inşa etmeyi seçti. Bu sürgün hali, onun karakterlerinin de kaderidir; coğrafyalar arasında salınır, kimliklerini arar ve geçmişin hayaletleriyle bugünün gerçekleri arasında sıkışıp kalırlar. Bu bağlam, onun metinlerini politik bir zemine oturtur ama bunu didaktik bir şekilde değil, insan ruhunun en derin katmanlarına inerek yapar.
Eserlerin DNA’sı: Kadınlık, Entelektüel İsyan ve Üslup
Deborah Levy’nin eserlerinin DNA’sını çözümlediğimizde karşımıza birkaç temel element çıkar: Kadınlık halleri, aile dinamikleri, toplumsal roller ve tüm bunlara karşı sessiz ama sarsıcı bir entelektüel isyan. O, kadın karakterleri geleneksel anlatıların onlara biçtiği “anne,” “eş,” “sevgili” gibi dar kalıplardan çıkarır. Levy’nin kadınları düşünür, arzu eder, hata yapar, evi terk eder, bir otel havuzunda çırılçıplak yüzer veya annesinin gizemli hastalığının ardındaki gerçeği ararken kendi bedenini ve cinselliğini keşfeder.
Üslubu ise en az anlattığı hikâyeler kadar kendine özgüdür. Şiirsel, keskin ve fragmanlı bir dili vardır. Okurdan boşlukları doldurmasını, satır aralarını okumasını talep eder. Bir psikanalistin titizliğiyle karakterlerinin bilinçaltına sızar, en sıradan diyalogların veya nesnelerin ardındaki sembolik anlamları ortaya çıkarır. Onun metinlerinde bir tavuk budu, bir anahtar veya bir bisiklet asla sadece kendisi değildir; birer arzu, kayıp veya özgürlük metaforuna dönüşürler.
Başyapıt Merceği ve Okura Davet: Nereden Başlamalı?
Deborah Levy külliyatı zengin ve katmanlıdır. Peki, bu keşif yolculuğuna nereden başlamalı? Şüphesiz en doğru başlangıç noktası, onun "yaşayan otobiyografi" olarak tanımladığı üçlemesidir: Bilmek İstemediğim Şeyler, Yaşamanın Bedeli ve Gayrimenkul. George Orwell’in "Neden Yazıyorum?" denemesine bir cevap olarak başladığı bu seri, bir kadının sanatçı, anne ve birey olarak toplumda kendine bir yer açma mücadelesini olağanüstü bir dürüstlük ve zekâyla anlatır. Bu otobiyografik metinler, onun kurmaca dünyasına açılan bir anahtar gibidir.
Kurmaca tarafında ise Man Booker Ödülü’ne aday gösterilen Eve Yüzerken ve Sıcak Süt romanları, Levy’nin dehasını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Gündelik hayatın yüzeyinin altına gizlenmiş tekinsizliği ve şiddeti ustalıkla işlediği bu romanlar, okuru rahatsız eden ama aynı zamanda aydınlatan birer deneyim sunar.
Miras ve Yankılar: Neden Levy?
Deborah Levy, Virginia Woolf’tan Simone de Beauvoir’a uzanan feminist edebiyat geleneğinin günümüzdeki en güçlü ve yenilikçi temsilcilerinden biridir. O, bir kadının entelektüel ve sanatsal hayatının, ev içi hayatından daha az değerli olmadığını, hatta çoğu zaman onunla iç içe geçtiğini gösterir. Eserleri, bugün kadınların özgürlük, yaratıcılık ve aidiyet üzerine sorduğu en temel sorulara ışık tutar. Onu “klasik” yapacak olan sır, belki de budur: Zamanın ruhunu yakalarken, zamandan bağımsız insanlık hallerine dair sarsıcı gerçekler söyleyebilmesi.
Everest Yayınları olarak, okurlarımızı sadece iyi hikâyelerle değil, aynı zamanda onları düşünsel bir yolculuğa çıkaracak güçlü kalemlerle buluşturmayı hedefliyoruz. Deborah Levy, tam da bunun vücut bulmuş halidir.
Peki, siz Deborah Levy okudunuz mu? Onun parçalanmış aynasında kendi yansımanızın bir parçasını gördünüz mü? Sizin için en unutulmaz eseri veya cümlesi hangisiydi?